Ahmed Cevdet Paşa ve Mecelle

Bernard Lewis’in;

Ahmed Cevdet Paşa, Mecelle’nin hazırlanmasında önayak olmakla yalnız İslâm hukukuna değil, dünya hukuk hayatına da büyük bir hizmette bulunmuş, hem kendi adını hem de hazırladığı bu mükemmel eserin adını ebedîleştirmişdir” sözleriyle hakkını teslim ettiği Ahmed Cevdet Paşa ne yazık ki torunları tarafından fazla tanınmıyor.

İşte bu kitabı hazırlayan Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil ve Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci hocalarımız onun hayatına ufak bir ışık tutuyor ve mecellenin en meşhur kaidelerini açıklayarak onu, bizlere tanıtmayı amaçlıyor.

Kitabı mutlaka okumanızı öneriyorum. Şimdi gelin birlikte benim dikkatimi celbeden konulara bakalım.

İyi okumalar.

Cevdet Paşa, devlet idaresinde Mustafa Reşid Paşa yetiştirmesi olduğu halde, icraatlarında müstakil davranır; sadece hayırlı gördüğü istikamette hareket ederdi. Bu itibarla hiç kimse onu doğrudan kendi tarafında görmezdi. Nitekim Reşid Paşa grubuna yakın olduğu halde, aynı gruptan birisi gelerek Cevdet Paşa’ya: “Ya bizim tarafa gel; ya öte tarafa git! İki bayraktan birine yazıl! Zira buraya gelip geçtiğin için heyet-i hâzıra senden emin olamaz. Yarın biz meydana çıkarsak, ilk işimiz seni ezmektir” demişti. Cevdet Paşa ise cevaben:

“Ben devletin hizmetkârlarındanım ve küçük rütbede bir adamım. Vükelânın ihtilâfına karışmak bana yakışmaz. Ben herkesle barışığım. Behemehal bir bayrak altına girmek lâzım gelirse, Bayezid meydanında bir bayrak açıp yalnızca altında otururum” demiştir.

Ona göre İslâm dini herkese hak ettiği hürriyeti verdiği için, İslâm dünyasında Batı’daki gibi bir hürriyet mücâdelesi vuku bulmamıştır. Buna mukabil adaletin tesisi gayretleri ön plana çıkmıştır. Ülke içerisinde bir fitne, fesat ve zulüm varsa, bu ancak İslâmiyete uymamaktan kaynaklanır.

Cevdet Paşa, 1774-1826 vak’alarını tasvir eden meşhur tarihinde ise, selefi olan vak’a-nüvislerin eserlerine geniş ölçüde dayanmak ve vak’a-nüvislik ananesini kısmen takip etmekle beraber, çağ­daş diğer telifleri ve kaynak malzemesi ile yetişebildiği devrin ricalinden dinledikleri haberleri de kullanmıştır. Böylece yalnız hâdiselerin cereyan şeklini tasvirle yetinmeyip, vak’alar arasındaki irtibatları kurmaya çalışmış ve zikredilen devreye ait vak’a-nüvis teliflerinin kıymetli bir tahlil ve tenkidini ortaya koymuştur. Bu vasfıyla gösterdiği kudret sebebiyle, araştırıcılar, çok defa onun eseriyle iktifa edip kaynaklarına müracaatı gereksiz görmüşlerdir.

Cevdet Paşa’nın dedikodular hakkında verdiği cevap kadar, onu çıkaranlar hakkındaki düşünceleri de günümüz insanlarına da ibretlik dersler sunar:

-“Halkın dedikodusu bitmez ve niçin söylüyorlar deyu gücenmek iktizâ etmez.”

Osmanlı hukukunun esasını İslâm hukuku teşkil eder. Bu hukukun kaynakları da sırasıyla Kur’an-ı Kerîm, Hazret-i Peygamber’in sünneti, İslâm âlimlerinin icma’ ve kıyaslarıdır. Bütün İslâm hukukçularının üzerinde ittifak ettiği bu kaynaklara aslî deliller denir. Bunun yanında örf, istihsan, maslahat gibi ikinci derecede kaynaklar da vardır. Bunlara da fer’î deliller denir. İşte bütün bu kaynaklardan İslâm hukukuna âit hükümleri çıkartma işine ictihâd denir. Bunu yapabilecek olan hukukçuya da müctehid adı verilir. İslâm hukuku, ilahî temele dayanan ve müctehid hukukçular tarafından sistematize edilen hükümlerden teşekkül eder. Hukukçu, önüne gelen bir meselenin çözümünde sırasıyla bu kaynaklara müracaat ederek, ictihâdda bulunur ve hüküm verir. İşte her müctehid hukukçunun ictihâd ederek vardığı hükümlerin tamamına mezheb denir. Hukukçu eğer müctehid değilse bir müctehid hukukçunun ictihâdlarına göre hareket eder.

Bu çalışmada Mecelle’nin ilk yüz maddesini teşkil eden küllî kaideler ele alınmıştır. Vaktiyle günlük işlerde hukuka, adalete uygun davranabilmek için hukukçular, hatta sıradan insanlar, bu yüz maddeyi ezberleyip iyice anlamayı zarurî sayarlardı. Her biri birer darbımesel hâlini almış olan küllî kaideler, İslâm hukukunun yalnızca muamelatla alâkalı meseleleri için değil, ibâdet, ceza ve diğer sahalarında da muteberdir.

Külli Kaideler

  1. İlm-i fıkıh mesail-i şer‘iye-i ameliyeyi bilmektir. (Fıkıh ilmi, pratik şer’i meseleleri bilmektir)
  2. Bir işten maksad ne ise hüküm ana göredir. (Bir işe (fiile) bağlanacak hüküm, bu işteki maksada göredir)
  3. Ukudda itibar makasıd ve meâniyedir, elfaz ve mebâniye değildir. (Akidlerde sözlere ve şekillere değil, maksadlara ve mânâlara
    itibar edilir)
  4. Şekk ile yakîn zail olmaz. (Kat’î olarak bilinen bir husus, şüphe ile bozulamaz.)
  5. Bir şeyin bulunduğu hal üzere kalması asıldır.
  6. Kadîm kıdemi üzere terkolunur.
  7. Zarar kadîm olmaz.
  8. Beraat-ı zimmet asıldır.
  9. Sıfat-ı arızada aslolan ademdir. (Sonradan ortaya çıkan sıfatlarda, esas olan o şeyin yokluğudur.)
  10. Bir zamanda sabit olan şeyin hilâfına delil olmadıkça bekasıyla hükmolunur.
  11. Bir emr-i hâdisin akreb-i evkatına izafeti asıldır.(Sonradan ortaya çıkan bir işin, uzak bir zamanda meydana geldiği ispatlanamazsa, şimdiki hâle en yakın zamanda gerçekleştiği kabul edilir.)
  12. Kelâmda aslolan mana-yı hakikidir.
  13. Tasrih mukabelesinde delâlete itibar yoktur. (Açık olmayan bir sözden bir ma’nâ çıkıyorsa, “Bu söz buna delâlet ediyor” denir.)
  14. Mevrid-i nassta içtihada mesağ yoktur. (Hakkında nass olan meselede ictihada izin yoktur.)
  15. Alâ hilâfi’l-kıyas sabit olan şey, saire makisün-aleyh olmaz. (Kıyâs usûlüne aykırı olarak nassla sabit olmuş veya zaruret icabı kabul edilmiş bir hüküm, buna benzer başka meselelere delil olmaz.)
  16. İçtihat ile içtihat nakzolunmaz. (Bir müctehidin usûlüne uygun olarak yaptığı bir ictihâd, bir başka müctehidin aynı konudaki bir başka içtihadını bozmaz.)
  17. Meşakkat teysiri celbeder. (Zorluk, kolaylığı getirir.)
  18. Bir iş zıyk oldukta müttesi’ olur. (Bir işi yaparken, meşakkat ve dariık hâsıl olursa, genişlik aranıp ruhsatlar kullanılır.)
  19. Zarar ve mukabele bi’z-zarar yoktur. (Birisine zarar vermek caiz olmadığı gibi, kendisine zarar verene de zararla mukabelede bulunmak caiz değildir.)
  20. Zarar izale olunur.
  21. Zaruretler memnu olan şeyleri mübah kılar.
  22. Zaruretler kendi miktarlarınca takdir olunur. (Zaruret hâlinde yasak fiillerin işlenmesi ancak zaruret mikdarmca caiz olur.)
  23. Bir özür için caiz olan şey ol özrün zevali ile bâtıl olur.
  24. Mâni zail oldukta memnu avdet eder.
  25. Bir zarar kendi misli ile izale olunmaz. (Bir zarar kendi misliyle, benzer bir zarar verilmek suretiyle giderilemez.)
  26. Zarar-ı âmmı def için zarar-ı has ihtiyar olunur. (Umumî zararı def etmek, için, hususî zarar tercih edilir.)
  27. Zarar-ı eşed ahaf ile izale olunur. (Bir zarar, derece olarak daha hafif bir zararla giderilir.)
  28. İki fesad tearuz ettikte ahaffi irtikâp ile azamının çaresine bakılır. (İki kötülük karşı karşıya geldiğinde hafif olanı işlenerek büyük olanının giderilmesine çalışılır.)
  29. Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur. (İki kötülükle karşı karşıya kalındığında daha hafif, ehven olanı seçilir.)
  30. Def’i mefasid celb-i menafiden evlâdır. (Kötülüklerin giderilmesi, menfeatlerin elde edilmesinden daha önde gelir.)
  31. Zarar bi-kaderi’l-imkân izale olunur.
  32. Hacet umumî olsun hususî olsun zaruret menzilesine tenzil kılınır. (İhtiyaç umumî veya hususi olsun, zaruret derecesine indirilir.)
  33. Iztırar gayrin hakkını iptal etmez. (Zaruret, başkasının hakkını ortadan kaldırmaz.)
  34. Alınması memnu olan şeyin vermesi dahi memnudur.
  35. İşlenmesi memnu olan şeyin istenmesi dahi memnudur.
  36. Âdet muhakkemdir.
  37. Nasın istimali bir hüccettir ki anınla âmel vacip olur.
  38. Âdeten mümteni olan şey hakikaten mümteni gibidir. (Bir şeyin gerçekleşmesi âdeten mümkün değilse, hakikaten de imkânsız sayılır.)
  39. Ezmanın tagayyuru ile ahkâmın tagayyuru inkâr olunamaz. (Zamanın değişmesiyle, hükümlerin de değişmesi inkâr olunamaz.)
  40. Âdetin delâletiyle mana-i hakiki terkolunur.
  41. Âdet ancak muttarid yahut galip oldukta muteber olur. (Örf ve âdetin muteber bir delil sayılması için  uzun bir zamandır çoğunluk tarafından yapılagelmekte olmasıdır.)
  42. İtibar galib-i şayiadır, nadire değildir.
  43. Örfen maruf olan şey şart kılınmış gibidir.
  44. Beyne’t-tüccar maruf olan şey beyinlerinde şart kılınmış gibidir. (Tüccar arasında örf olan bir şey, aralarında kararlaştırılmış gibidir.)
  45. Örf ile tayin nass ile tayin gibidir.
  46. Mâni ve muktazi tearuz ettikte mâni takdim olunur. (Mâni ile muktazi karşı karşıya geldiğinde mâni öne alınır.)
  47. Vücutta bir şeye tâbi olan hükümde dahi ana tabi olur. (Bir şeyin madde olarak parçasını oluşturan şey, hükümde de ona tâbi’dir.)
  48. Tâbi olan şeye ayrıca hüküm verilemez.
  49. Bir şeye malik olan kimse anın zaruriyatından olan şeye de malik olur. (Bir şeyin mâliki, onun tamamlayıcı parçalarına da mâlik olur.)
  50. Asıl sakıt oldukta fer‘i dahi sakıt olur. (Bir şeyin aslı geçersiz hale geldiğinde, ona bağlı olan şeyler de geçersiz hale gelir.)
  51. Sakıt olan şey avdet etmez. (Giden geri gelmez.)
  52. Bir şey bâtıl oldukta onun zımnındaki şey dahi bâtıl olur.
  53. Aslın ifası kabil olmadığı halde bedeli ifa olunur.
  54. Bizzat tecviz olunmayan şey bi’t-teba‘ tecviz olunabilir. (Yapılmasına tek başına izin verilmeyen bir şeye, tâbi olarak izin verilebilir.)
  55. İbtidaen tecviz olunmayan şey bekaen tecviz olunabilir. (Başlangıçta yapılması tecvîz edilmeyen, yani caiz olmayan bir şey; bekâen, yani sonradan caiz hale gelebilir.)
  56. Beka ibtidadan esheldir. (Bir şeyin devam etmesi, ilk defa meydana gelmesinden daha kolaydır.)
  57. Teberru ancak kabzla tamam olur. (Bir şey bağışladığı zaman teslim etmedikçe, bu bağışlama tamamlanmış sayılmaz.)
  58. Ra’iyye yani tebaa üzerine tasarruf maslahata menûttur. (Memleket idaresi amme menfaatine bağlıdır)
  59. Velâyet-i hassa velâyet-i âmmeden akvadır.
  60. Kelâmın imali ihmalinden evlâdır. (Bir sözü mümkün mertebe bir ma’nâya yormalıdır mânâsız diyerek kesip atmamalıdır.)
  61. Mâna-i hakiki mütaazzir oldukta mecaze gidilir. (Hukuken veya örfen gerçek mânâsı verilemeyen sözün mecaz mânâsı alınır.)
  62. Bir kelâmın imali mümkün olmaz ise ihmal olunur. (Bir kelâmın hakîkî ve mecazî bir ma’nâya hamli mümkin olmaz ise mânâsız bırakılır.)
  63. Mütecezzi olmayan bir şeyin bazını zikretmek küllünü zikretmek gibidir. (Bölünemeyen bir şeyin bazı unsurlarını zikretmek, tamamını zikretmek demektir.)
  64. Mutlak ıtlakı üzere cari olur, eğer nassan yahut delâleten takyit delili bulunmazsa. (Bir söz eğer mutlak olarak, yani şartsız olarak söylenmişse; artık bu şekilde tefsir olunur. Ancak açıkça veya delâleten bir şarta bağlanmışsa, artık bu şart ile beraber geçerli olur.)
  65. Hazırdaki vasıf lâğv ve gaibdeki vasıf muteberdir.
  66. Sual cevapta iade olunmuş addolunur.
  67. Sakite bir söz isnat olunmaz, lakin ma‘rız-ı hâcette sükut beyandır.
  68. Bir şeyin umur-ı batınada delili ol şeyin makamına kaim olur. (İşin bâtınını, arka planını, perdenin arkasını, işin gerçeğini öğrenmenin çok zor olduğu durumlarda, görünüşteki, zahirî delillere göre hareket edilir.)
  69. Mükâtebe muhataba gibidir. (Yazı ile beyan, söz ile beyan gibidir.)
  70. Dilsizin işaret-i mahudesi lisan ile beyan gibidir.
  71. Tercümanın kavli her hususta kabul olunur.
  72. Hatası zahir olan zanna itibar yoktur.
  73. Senede müstenid olan ihtimal ile hüccet yoktur. (Dayanağı sağlam olan ihtimaller, dayanağı daha az sağlam ihtimallerin delil mahiyetini kaldırır.)
  74. Tevehhüme itibar yoktur.
  75. Burhan ile sabit olan şey ıyanen sabit gibidir.
  76. Beyyine müddei için ve yemin münkir üzerinedir.
  77. Beyyine hilâf-ı zahiri isbat için ve yemin aslı ibka içindir. (Delil, görünüşteki vaziyetin aksini isbatlamaya yarar Yemin ise, bu durumun hâlâ muteber olduğunu gösterir Bir başka deyişle yemin asla dairdir.)
  78. Beyyine hüccet-i müteaddiye ve ikrar hüccet-i kasıradır. (Beyyinenin isbat vâsıtası oluşu, objektif, umumî ve şümullüdür, mahkemede ileri sürüldüğünde, hâkimin hükmüyle hukukî değer kazanır.)
  79. Kişi ikrarıyla muâheze olunur.
  80. Tenakuz ile hüccet kalmaz lâkin mütenâkızın aleyhine olan hükme halel gelmez. (Bir delil, sonradan hukuka uygun olarak bozulsa; o delil, delil olma vasfını kaybeder. Ancak bu delili bozanın aleyhine önceden bir hüküm verilmiş ise, bu hüküm bozulmaz.)
  81. Asıl sabit olmadığı halde fer‘in sabit olduğu vardır.
  82. Şartın subutu indinde ona muallâk olan şeyin sübutu lâzım olur.
  83. Bi-kaderi’l-imkân şarta müraat olunmak lâzım gelir. (Akidlerde koşulan şartlara riayet etmek gerekir )
  84. Va‘dler suver-i ta‘liki iktisa ile lâzım olur.
  85. Bir şeyin nef’i damanı mukabelesindedir. (Bir şey telef olursa hasarı kime âid ise onun tazmin etmesi gerekir.)
  86. Ücret ile daman cem olmaz. (Ücret ile tazmin bir araya gelmez.)
  87. Mazarrat menfaat mukabelesindedir. (Bir şeyden menfeatlenen kimse, o şeyin zararmı da yüklenir)
  88. Külfet nimete ve nimet külfete göredir.
  89. Bir fiilin hükmü failine muzaf kılınır ve mücbir olmadıkça âmirine muzaf kılınmaz.
  90. Mübaşir yani bizzat fail ile mütesebbib müçtemi oldukta hüküm ol faile muzaf kılınır.
  91. Cevaz-i şer‘î zamane münafidir. (Hukukun izin vermesi, hukuka aykırı bir fiilden dolayı tazminde bulunmayı ortadan kaldırır.)
  92. Mübaşir müteammid olmasa da zamin olur. (Bir haksız fiilin faili, yani bu işi doğrudan doğruya işleyen kimse, kasdı olmasa da tazminle mükelleftir.)
  93. Mütesebbib müteammid olmadıkça zamin olmaz. (Bir haksız fiili doğrudan doğruya değil de vasıtalı olarak işleyen kimse, ancak kasıtlıysa tazminle mükelleftir.)
  94. Hayvanın kendiliğinden olarak cinayet ve mazarratı hederdir.
  95. Gayrın mülkünde tasarrufla emr etmek bâtıldır.
  96. Bir kimsenin mülküne onun izni olmaksızın ahar bir kimsenin tasarrufu caiz değildir.
  97. Bilâ sebeb-i meşru birinin malını bir kimsenin ahzeylemesi caiz olmaz. (Hukuken izin verilmemiş, meşru olmayan bir yolla başkasının malını almak caiz değildir.)
  98. Bir şeyde sebeb-i temellükün tebeddülü ol şeyin tebeddülü makamına kaimdir. (Bir şeyin aslı değişmediği halde, mülk edinme sebebi değiştiği zaman, o şey de değişmiş sayılır.)
  99. Kim ki bir şeyi vaktinden evvel istical eyler ise mahrumiyetiyle muateb olur.(Bir şeyi vaktinden önce elde etmek isteyen kimse, o şeyden
    mahrum olur.
    )

  100. Her kim ki kendi tarafından tamam olan şeyi nakza say ederse sayi merduttur. (Bizzat tamamladığı bir şeyi bozmak isteyen kimsenin bu gayretleri muteber olmaz.)

Ana kaideler koyu renkle yazılmış olup, diğer kaideler ana kaidelerin alt maddeleri olarak nitelendirilmektedir.

Yorum bırakın