Aliya İzzetbegoviç – Tarihe Tanıklığım

Aliya..
Fikirleriyle, eylemleriyle, duruşuyla bir deniz, bir derya önümüzde,
İçimizdeki iki yüzlülükleri adeta bir turnusol kağıdı gibi seriyor her eserinde önümüze
İdealleri bütün zorluklara rağmen gerçek kılıyor
Bütün engellere rağmen yanlış bir adım atmıyor
Etik, ahlak onunla can buluyor
Savaş suçlularına karşı bile adil olabilecek kadar adalet timsali

İşte o, hayatının öyküsünü anlatıyor “Tarihe Tanıklığım”da…
Oradan dikkatimi çekenler, önemli noktaları buraya bırakıyorum.
Ondaki bilincin bir parçası bizlerde olsa, dimdik dururuz ömür boyunca

Rabbim bizlere inanabilmeyi nasip etsin..
Tertemiz, tıpkı Aliya gibi

Dünya senin bilgeliğine öyle muhtaç ki Aliya..

Her geçen gün daha fazla özlüyoruz..

Buraya kadar okuduysanız, bir fatiha okumayı da ihmal etmeyin, nolur.

Sizi kitapla başbaşa bırakıyorum…

#8-Yapı itibariyle siyaset ilişkilerine uzak olmasına rağmen önderlik yapmak gibi tarihi bir sorumluluğu omuzlamaktan da kaçınmadı.

#23-dinin temel mesajı bana hep sorumluluk gibi görünmüştür.

#24-inancım bir iki yıllık sallantıdan sonra geri döndü ama farklı bir biçimde. İnancımdaki –elbette varolduğu ölçüde- bu muayyen sarsılmazlık, gençliğimde zuhur etmiş olan şüphelerden geliyor. O artık yalnızca atalarımdan devraldığım bir din değildi; yeni baştan edinilmiş bir inançtı. Ve onu bir daha hiç yitirmedim.

#24-Üzerimde özel bir etki bırakmış olan metinler, Bergson’un Yaratıcı Evrim’i, Kant’ın Saf Aklın Eleştirisi ve Spengler’in iki ciltlik, Batı’nın Çöküşü adlı eserleriydi.

#28-Hocalık ya da şeyhlik gibi ayrı bir toplumsal sınıf ya da rütbe olmaması gerektiği ve onların savunucusu oldukları İslam anlayışının İslam’ın hem iç hem de dış gelişimini engellediği görüşündeydim.

#37-Saraybosna’nın dükkanları boş ama hapishaneleri doluydu

#38-onlar, Deklarasyon’un İslam’ı sorunun kalbine yerleştirmiş olması gerçeğini affedemediler.

#40-Her bilimsel yöntem Tanrı’nın ve insanın inkarına doğru götürürken, bütün sanatlar dini haber verir. Eğer bir Tanrı yoksa, İnsanlık da yoktur. Ve İnsanlık olmaksızın hümanizm, insan onuru ve insan hakları boş laflardır.

#41-Kurbana duyulan sempati, düşünme yetisinde bulunabilecek bir şey değildir; o ancak ruhta yani, “bu dünyaya ait olmayan” bir ilkede bulunabilir.

#57-Yugoslavya’yı seviyorum ama onun yönetimini değil. (…) Bütün sevgimi özgürlüğe veriyorum ve geriye yetkililer için bir şey kalmıyor. Ben, bu ülkenin yasalarını çiğnemiş olmaktan yargılanmıyorum. Çünkü böyle bir şey yapmadım. Ben aramızdaki tekil iktidar sahiplerinin, izin verilmiş ve yasaklanmış olana ilişkin kendi standartlarını, Anayasayı ve yasaları dikkate almaksızın empoze etmelerine yarayan yazılı-olmayan kuralları ihlal etmiş olmaktan dolayı yargılanıyorum. Nereden bakılırsa bakılsın, yazılı-olmayan bu kuralları vahim bir biçimde ihlal ettim.

Bu itibarla beyan ederim ki: Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam, benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan herşeyin adıdır.

#59-Güçlü rejimler insanları söyledikleri sözler nedeniyle mahkum etmezler; zayıf olanlar korkarlar ve varoluş sürelerini uzatabilme çabası içinde şiddete başvururlar

#63-Kendimi müebbet hapse mahkum edilmiş gibi hissettim. Ancak umutsuzluğa kapılmadım, hatta bazı zamanlar neşelendiğim bile oldu. Ben kahraman değilim, bu sadece belirli bir tutarlılık meselesiydi. Hayatımız boyunca belirli şeyler söylersiniz, onu düşünür ve ona inanırsınız ve sonra sınav anı gelir çatar. İslam’ın öğretilerinden biri (ki birçokları bunu en önemlisi kabul ederler), kişinin başına gelen her şeyi Tanrı’nın iradesi olarak kabul etmesi gerektiğidir. Gerçeği söylemek gerekirse, önceleri bunun hakkında fazla düşünmemiştim fakat ömrümün geri kalanını hapiste geçirme ve mücrimler arasında ölme ihtimaliyle yüz yüze gelince kendime alt sınırı hatırlattım: bir nebze tutarlılık. Salim bir ruh halini muhafaza ettim ve doktorlar fiziksel olarak da sağlam olduğumu söylediler. Bunu, genel olarak itikadıma ve çocuklarımın sadakatine ve moral desteğine borçluyum.

#69-Okulda, insanlık tarihinin, insanın yazmayı öğrenerek “tarihsel bir hayvan” haline gelmesiyle başladığını öğrenmiştik. Yani insan ancak konuşmayı, düşündüklerini söylemeyi öğrendiğinde insan türüne dönüşmüştür. Ve sonra, ona konuşmayı yasaklayan, utanç verici “düşünce suçu”nu ve ifade suçlarını tasarlayan ve insanı tarih sahnesine ilk çıktığı zamanların karanlığına döndüren birileri çıkmıştır.

#70-Yasakların ve baskının insanları ikna etmek konusunda yapabilecek bir şeyi olmadığına inanıyorum.

#72-Bir adamın büyüklüğü, ‘kendisine zamana karşı değer biçen bir ruh’ta yatar. Bu açıdan bakıldığında, belki senin doğru bir hayat yaşama şansın vardır, belki bizler kenarlarda bırakılmışken veya en iyi tahminle sadece seyircilerden iken, sen doğru yerdesindir.

#79-Kendi kendime “Eğer en iyileri bensem, acaba gerisi neye benziyor?” diye düşünmüşümdür. Fakat belki de önderlerin, ‘en iyi’si olması gerekmiyordur. Önder olabilmeleri için, bazı temel zaaflarının da olması gerekir ki, bende bunlardan bolca vardı.

#83-çoğunluğun tiranlığı da en az diğerlerininki kadar tiranlıktır.

 

#95-“Foça perspektifinden bakıldığında bize göre sadece iki millet vardır –caniler ve masum kurbanlar” dedim. Genç kız ve erkekler, yaklaşık 50 yıl önce Müslümanların öldürüldüğü köprüden çiçekler attılar. Masum Sırp kurbanların mezarlarına çiçek bırakmayı da teklif ettim. İnsanlar bu fikre katıldılar.

Maalesef bu beyhude idealizmdi. 1992’de, Foça’daki dehşet, hatta daha da kötü biçimde yeniden tekrarlandı. Halk öldürüldü ve kaçmaya zorlandı.

#98-İşin doğrusu seçimler bir nüfus sayımından ibaretti.

#110-“Bosna-Hersek’i cehenneme çevirmekten ve eğer gerekirse Müslüman halkı da imha etmekten çekineceğimizi sanmayın.”

#111-Bugün, maalesef barışı korumak için, savaşa yuvarlanmak için gerekenden daha fazla cesarete ihtiyaç duyduğumuz bir zaman gelmiştir.

#116-Sırbistan ve Karadağ ile birlikte parçalanmış bir Yugoslavya’da el sürülmemiş olarak kalmak ya da Sırbistan ve Hırvatistan arasında taksim edilmek. Bugün hâlâ inanıyorum ki, bu ikinci ve daha trajik alternatif, gerçekleşmesi daha muhtemel olan, belki de yegâne gerçekçi alternatifti. Ne Tudman Bosna pastasındaki payından mahrum bırakılmaya rıza gösterecekti ne de Bosnalı Hırvatlar Sırp idaresi altına girmeye. Ve bölüşüm, barışçı yollarla gerçekleştirilemezdi. Hırvatistan ve Sırbistan arasında savaş çıkacaktı ve Bosna, bu savaşın üzerinde yapılacağı savaş alanı olacaktı. Savaşa, sivillerin katledilmesi, toprakların etnik temizliği, muhacir dalgaları ve yıkım eşlik edecekti. Boşnaklar, savaşan komşularının her ikisi tarafından da bir Truva atı olarak istismar edileceklerdi. Kesin olan tek bir şey vardı: Böyle bir savaşta Bosna yok olacak ve bir halk olarak Boşnaklar da imha edilecekti.

#121-Bu savaşta tarafsızlığımızı ilan ettik; çünkü bu, bizim içinde ellerimizi kirletemeyeceğimiz ve buna ihtiyacımızın da olmadığı kirli bir kardeş kavgasıdır. Genç erkeklerimizi askere göndermeyi reddettik çünkü bu bir özgürlük savaşı değil. Böyle davranmakla insanlarımızdan birçoğunun hayatlarını ve ruhlarını kurtardık: hayatlarını kurtardık diyorum çünkü öldürülmediler, ve ruhlarını diyorum çünkü öldürmediler. Ne cellat ne de kurban olacak biçimde davrandık. Bizim bu duruşumuz, iyi niyetli bütün insanların onayını ve desteğini kazanmıştır. Bosna’nın dünyadaki itibarını ölçülemeyecek denli artırmıştır. Bölgede cereyan etmekte olan olayların bazılarından haklı olarak utandığınız böyle bir zamanda, eğer yabancı bir ülkede iseniz, Bosnalı olduğunuzu gururla söyleyebilirsiniz. Orada bu, sizin barıştan, demokrasiden ve insan haklarından yana olduğunuz anlamına gelir.

#136-Zorbalık muzaffer olmadı; ama idealler de galip gelmedi.

#144-Televizyonlarınızın ekranlarında Saraybosna’daki katliamın görüntülerini izlediniz. Ama birkaç gün önce, Saraybosna’nın varoşlarında kiraz toplarken bir bombardımanda öldürülen yedi çocuğu görmediniz. Bosna-Hersek’in diğer kısımlarındaki toplu mezarları görmediniz. Bizler bile orada ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz çünkü tüm bölgelerin yolları kesik ve Saraybosna ile tüm iletişim ağları ve televizyon bağlantıları kesilmiş durumda.

Emin olduğumuz bir şey varsa, o da, Sırbistan ve Karadağ’ın Bosna-Hersek’e haince saldırdığı ve saldırgan güçlerin BM Güvenlik Konseyi tarafından alınmış bütün kararlara, Avrupa Topluluğu’nun bütün taleplerine ve Belgrad’ın tüm vaatlerine rağmen Bosna’dan çekilmemiş olduklarıdır. Eşi benzeri görülmemiş bir el çabukluğu gerçekleşti: Ordu sadece ismini değiştirdi, o artık Yugoslav Ordusu değil Sırp Ordusu. 80.000 civarında asker, 600’den fazla tank, devasa miktarda ağır silah ve mühimmat ve 50 savaş uçağı ile birlikte Bosna-Hersek’te kaldı. O, hâlâ Avrupa’nın en ağır biçimde silahlandırılmış güçlerinden biri.

#145-Sayın başkanlar, başbakanlar ve dostlar, Bosna’da savunulmakta olan yalnızca Bosna’nın kendisi değildir. Bosna’da savunulmakta olan Avrupa’dır. Bosna’da, Helsinki Nihai Senedi, Paris Şartı ve Avrupa’nın ayakta tutmak için ant içtiği diğer senetler savunulmaktadır. Eğer Bosna kurtarılmazsa, o zaman bu şartların, sözleşmelerin ve senetlerin bir anlamı kalmaz.

#146-Alışıldık olmayan bu mübadeleyi izledik. Peko, bebek kollarının arasında olduğu halde mübadelenin gerçekleştirileceği yer olarak belirlenen binanın köşesine vardı ve bekledi. Sağa sola bakındı ancak bizim ve Çetniklerin mevzileri arasındaki o açık alanda, kendisinden ve bebekten başka hiç kimse yoktu. O sırada, yanında Peko’nun 10 yaşındaki kızı olduğu halde bir adam belirdi. Peko bebeği adama verdi ve tam o sırada garip bir şey oldu. O ve küçük kız geriye dönmek için herhangi bir harekette bulunmaksızın öylece durdular. Ne olduğunu farketmiştik. Kızı fikrini değiştirmişti ve baba ile birlikte gitmek istemiyordu. Geldiği yere geri dönmek istiyordu. Babasının onu ikna etmeye muktedir olamadığı aşikârdı. Denemek için de fazla zamanı yoktu.

Sonra, Peko için bir yabancı olan o adam, bebeği çoktan birilerine teslim etmiş olarak yeniden belirdi ve Peko’nun kızını kollarının arasına aldı. Peko, kızı uzaklaşırken tam orada, o açık, korunaksız alanda, ne yapacağını bilemeden o noktaya kök salmışçasına kalakaldı…

Bunu dramın yeni bir sahnesi izledi. Peko’nun karısı diğer kızları ile birlikte Zeljo futbol stadı yönünden belirdi. Şimdi hepsi birbirlerine doğru koşuyorlardı; Peko bir yönden, karısı ve kızları diğer bir yönden ve “anne”yle kalmak istemiş olan kızları bir üçüncü yönden. Nihayet, evler arasında, bizim mevzilerimizin sağında Çetniklerinkinin de solunda kaldığı bir çimenlikte karşılaştılar ve acı verici bir kucaklaşma içinde tek beden oldular. İki aydan fazla bir zamandır ilk kez bütün aile birlikteydi.

Fakat onların bu mutluluk anı yalnızca birkaç dakika sürdü. Konuştular, ağlaştılar, gülüştüler, birbirlerini kucakladılar ve sonra dördü birden yeniden sarıldılar birbirlerine. Ama sonunda ayrılmak durumundaydılar.

Peko küçük kızlardan biriyle bizim mevzilerimize doğru koşarken, anne diğer kızı Grbavica’ya doğru götürdü. Baba kız koşarlarken meydandaki sınır hattında tam alarm durumu yaşanıyordu; birlikler elleri tetikte bekliyorlardı. Babayı ve onunla birlikte gitmeye razı olan kızı koruyorlardı. (Sefko Hodzic, Vitezovi i Huni [Şövalyeler ve Barbarlar], s. 54.)

#148-eğer bu çok sayıda Müslümanın da öleceği anlamına geliyorsa, Sırpların bir kısmını gözden çıkarmaya hazırdı

#158-Bosna-Hersek, daha güçlü olan tarafa katılmanın ve Yugoslavya içinde kalmanın çok daha ıstırapsız olacağı bir zamanda Hırvatistan ile ittifak yapmayı seçmişti. Bu, hesaplı bir tercih değildi, daha ziyade bir ilke ve tutarlılık meselesiydi. Hırvatistan’ı tahrip etmekte olduğu sırada genç erkeklerimizi JNA’ya yollamayı reddetmiş olduğumuzu ve gerçekten de çok sayıda gönüllünün Hırvat egemenlik ve özgürlük mücadelesine katılmış ve bu yolda öldürülmüş olduğunu size hatırlatırım. Bu tercihten dolayı Yugoslav Ordusundan misilleme bekliyorduk ve olan da buydu.

#159-18 Ekim 1992’de başlayan ve Bosna sınırlarının kapatılması nedeniyle zor kullanılarak engellenen –ki bu nedenle 4 Kasım 1992’ye kadar Split’te kaldım ve ancak 4 Kasım 1992’de Bosna’ya girebildim- Bosna seyahatim sonucunda, Hersek ve Bosnalı Katolik Hırvatların, Bosna-Hersek halkına ulaştırılmak istenen insani yardımlarla gelen her ne varsa hepsine el koymakta ve el koydukları bu malların büyük kısmını yabancı paralar karşılığında dükkanlarda satmakta olduklarına kanaat getirdim

#165- Sizin önyargısız duruşunuz, en azından bu talihsizliğe bir son verilmesine katkıda bulunabilir. Önderlerinizden, başka birilerinin hesapları üzerine sahneye konulduğu ortada olan bu çatışmayı sorgulamalarını ve bunu, medeni insanlar gibi barış içinde yapmalarını isteyiniz. Onları, üzerinde mutabık kalınmış olana uymaya, doğruyu söylemeye ve kötülüğü lanetlemeye çağırınız.!

#166-Birarada yaşamanın imkansız ve Bosna’nın etnik taksiminin bir zorunluluk olduğu kanıtlanmak istenmiştir.

#173-16 Nisan 1993’ün ilk saatlerinde, HVO askerleri Vitez yakınındaki Ahmici köyüne girdiler ve dünyayı allak bullak eden hunharlıklar gerçekleştirdiler. Çoğu kadın ve çocuklardan oluşan 100’den fazla sivil öldürüldü ve boğazlandı. Bu zulmü icra edenler bugün Lahey Uluslararası Mahkemesi önünde yargılanmaktadırlar.

#179-Yalnızca organize ve senkronize bir savaş başarıya ulaşabilir ve savaş ve savaş hali, başına buyrukluk ve hukuksuzluk için bir mazeret olamaz.

#184-Buradan ayrıldığınızda, askerlere kesin şeyler söylemek durumunda olacaksınız. Onlara zayıflara eziyet etmemeleri gerektiğini söyleyin. Halkın bu ordudan korkmamasını temin edin

#185-biz, insanların kendilerine ait hissettikleri bir ordu olmalıyız, ancak o takdirde yenilmez olabiliriz. Bu dünyanın en şeytani güçleri bir araya gelseler bile, halk bizimle olduğu takdirde karşımızda güçsüz kalacaklardır. Bu benim ilk mesajımdır. Bunu halka iletin ve bunu basit bir dille yapın ki, sokaktaki insan sizi anlayabilsin.

#186-Bosna’daki bu savaş sırasında, yüzlerce kilise ve cami yıkıldı. Bunlardan bir teki bile Boşnaklar tarafından yıkılmadı, hepsi “Avrupalılar” tarafından yıkıldı. Türk idaresi dünyanın en yumuşak yöneticileri değillerdi, ama tüm Hristiyan halklar ve onların Ortaçağdan kalma en önemli anıtlarının hepsi 500 yıllık Türk idaresi boyunca ayakta kalabildi. Bu bir gerçek. Belgrad’dan fazla uzak olmayan Fruska Gora Tepelerinin meşhur manastırları Türk yönetiminin 300 yılı boyunca ayakta kaldı ama, üç yıllık “Avrupalı” yönetimine dayanamadı. İkinci Dünya Savaşı sırasında yakılıp yıkıldılar. Faşizm ve komünizm Asya’nın değil, Avrupa’nın ürünleridir. Ve şimdi bile Avrupa, Balkanlar’da faşizmin ortaya çıkışına karşı fazla bir hassasiyet göstermemiştir. Avrupa’ya değer veriyor ve takdir ediyorum ama kanımca, kendisini olduğundan çok daha büyük görüyor.

#189-“Kendisinden neşet ettiğiniz millete benzeyin. O cesur, zeki ve gururlu bir millettir ve ona benzemekten ve hatta onun bazı kusurlarını paylaşmaktan utanmanıza gerek yok.” Askerlere bu mesajı verirken, oldukça spesifik bir şey düşünüyordum. Gayet iyi bildiğimiz gibi, bizim milletimiz caminin eşiğinden öyle pek sık geçmese bile inanan insanlardan oluşmuştur. Onun kutsal saydığı şeylere dokunmayın. Tanrı’ya lanet okuyan bazı subaylar olmuş. Bu tür şeyler olmamalıdır. Biz subaylarımıza oruç tutup tutmadıklarını ya da camiye gidip gitmediklerini sormayacağız. Onlardan dürüstçe savaşmalarını ister ve onları neye istiyorlarsa inanmaları konusunda serbest bırakırız. Ancak onlar Tanrı’ya lanet etmeyeceklerdir.

#192-Birilerinin bir darbe vurmak için ne denli güçlü olduklarının o kadar önemli olmadığı, asıl önemli olanın direnme gücü olduğu gösterilmiştir.

#206-Bu doğru değil. Biz, Rusların saldırganlarla bizi eşitleme girişimini reddettik. Gıda konvoylarının geçişini engellememeleri yönünde “iki tarafa” da çağrı yapmaya kalkıyorlar. Yine “iki taraftan” düşmanlıkları bir kenara bırakmalarını istiyorlar vs. Bu, bizim de konvoyların geçişini engellemiş olduğumuzu ima ediyor ki bu kesinlikle doğru değil. Biz asla bir konvoyu durdurmadık. Meseleleri bu şekilde savuşturmaya daha fazla devam edemezler. Biz diyoruz ki: Sırp tarafına konvoyların geçişine izin vermesi için çağrı yapın; yiyeceği, akaryakıtı, suyu ve ilaçları bir savaş aracı olarak kullananların adını koyun artık. Daha şimdiden üçüncü yılını doldurmuş olan ve ısrarla uzatılmakta olan bütün bu acıklı hadiseler, yalanlar ve yarı-gerçeklerle hiçbir şeyin kazanılamayacağını, bunun ıstırabı uzatmaktan başka bir işe yaramadığını kanıtlamıyor mu?

#206-Bosna’daki bu kötülüğü kimin yapmakta olduğunu söyleyin artık, böylece bize yardım etmiş olacaksınız. Ve bu ateşkese gelince, yasaklama ve koşullandırmalar olmadığı sürece bu ateşkes, fiiliyatta işgalin kalıcılaştırılması anlamına gelir. Bosna-Hersek nüfusunun %31.7’sini oluşturan Sırplar, ülkenin %70’ni işgal etmişlerdir ve şimdi de yerlerinden kıpırdamamaktadırlar. Öyle görünüyor ki Ruslar, onların bu talebine sempatiyle yaklaşmakta ve onları bu konuda desteklemektedirler. Biz üç aylık bir süre için askeri faaliyetlerin durdurulmasını önermiştik ve bu öneri hâlâ masada duruyor.

#208-Düşman zehirli propaganda yaymaktadır. Bir savaşı kaybettiğinde zaferlerden söz etmekte ve yenilgiden muzdarip olduğunda bizi pazarlığa davet etmektedir.

#222-Onların silahları var, sizinse sözleriniz; ve gerçeği dile getiren sözlerin güçlü bir silah olduğu defalarca kanıtlanmıştır

#222-insanların inandığı bir ütopya, ütopya olmaktan çıkar.

#224-Düşünebildiğim tek şey, bizden mi yoksa onlardan mı olduklarıydı. İyi insanlar mı yoksa kötü insanlar mı oldukları değil, yalnızca kimin tarafında olduklarıydı. Savaşın trajedisi insanın ahlâki standartlarını yitirmesidir.

#245-Ona, General Janvier’i sorumlulardan biri olarak kabul ettiğimi söyledim. Gerçekten şaşırdı ve bu ihtimale itiraz etti. “Hayır o çok dürüst bir subaydır” dedi. Hava saldırılarını engelleyenin Janvier’in ta kendisi olduğuna ve kriz esnasında Mladic’le biraraya gelmiş olduğuna dair güvenilir istihbarata sahip olduğumu söyleyerek karşılık verdim. Buna inanmadığını tekrarladı fakat meseleyi soruşturacaktı. Bir ay sonra Janvier geri çağrıldı.

#253-Zayıf olanlar ilkelere başvurmalıdır; çünkü güçleri yoktur. İlkelerinden başka kozu olmayan bir müzakerecinin işi zordur.

#254-Bosna’nın her bölgesini dolaşmanız sizin için iyi olacaktır. İnsanlarınızı tanımak zorundasınız. Ben bile bugünlerde doğrudan temaslarla halkı yeniden keşfettim. Güzel insanlar onlar, özellikle de cesur insanlar. Tuhaf şeyler meydana geliyor bugünlerde. Bana diyorlar ki: “Sayın Başkan, kurşunumuz yok, yiyeceğimiz yok!” Ardından şunu demelerini bekliyorum: “Hadi bir çözüm bul!” Fakat şu beklenmedik cümle dökülüyor dudaklarından: “Ama lütfen onların bizi faka bastırmalarına izin vermeyin; kuvvetimiz var ve sonuna kadar savaşacağız.” Bazen onlara ne diyeceğimi bilemeden şaşırıp kalıyorum; nerdeyse her zaman başıma geliyor bu. (…) Bazıları bunu mantıksızca bulabilir. Mantık yok! Hiç bir mantık olmaması da iyi bir şey. Hayat ile mantık arasındaki ilişkiye değinerek felsefeye girmek istemiyorum; ama tam olarak mantıklı olmamamız iyi bir şey. Çünkü mantıklı olsaydık, 1992 Nisan sonunda ya da Mayıs başında teslim olurduk. Dünyanın bütün mantığı o zaman bize karşıydı. Şimdi o mantıksız halk var elimizde: yiyeceğimiz yok, kurşunumuz yok; ama savaşacağız ve kazanacağız. Bu halka layık olmak için ne yapmalı? Onlar güzel insanlar, cesur insanlar.

 

#259-hayatta kalmak ve özgürlük için mücadele eden bir halk, eğer haklı mücadele içindeyse, kaybetmez.

 

#272-Bosna her zaman medeni dünyanın olmayı istediği şey olmuştur. Ancak burada resmen ilan edilmiş ilkelerini savunan uluslararası toplum, onlara ihanet etmiştir. Bosna’nın çektiği ıstırap, nadir istisnalar hariç, dünyanın tuhaf bir kayıtsızlığı ve utanç dolu sessizliğiyle karşılaşmıştır.

Beyler, bu medeniyet karşıtı çöküşe objektif ışık tutmak sizin göreviniz. Bunu en merhametsiz dürüstlükle yapın ki başka Bosna’lar yaşanmasın.

#274-Diplomasi ile gücün terazinin iki gözü olduğunu söylerler. Ne kadar gücünüz varsa o kadar az diplomasiye ihtiyaç duyarsınız. Uç bir örnek olarak –eğer süper-güçseniz- diplomasiye ihtiyaç duymazsınız.

#279-Kendisine büyük saygı beslediğim kıymetli üniversite profesörünün bize sunduğu öneriye hemen oy verirdim; ama profesörler genelde daha çok teoriyi bilirler ve pratikteki bazı meselelerden habersizdirler. Bu türden bir hastalık beyanatla yok edilemez. Eğer edebilseydik, bir saniye bile durmaz ve derhal böyle bir anayasayı kabul edip meseleyi bugün çözerdik. Ne yazık ki bunu yapsaydık bile, Çetnikler hâlâ Trebevic’de olurdu ve çocuklarımızı öldürmeyi, gazımızı ve elektriğimizi kesmeyi sürdürürdü. Ulusal değil, çok etnik yapılı, iletişime, ekonomik ve diğer ölçütlere dayalı bir kantonlar federasyonu olarak gelecekteki devlet için oy vermiş olsaydınız memnun olurdum. Ama bunu yapsanız da Çetnikler geri çekilmeyecek. Zvornik ve Bijeljina’yı işgali sürdürecekler, halkımızı Banya Luka’dan zorla çıkarmaya devam edecekler ve bir milyon kişi mülteci ya da yerinden edilmiş olarak yaşamayı sürdürecek. Doğru, büyük bir gururla sarılabileceğimiz bir anayasaya sahip olabilirdik; ama hiç bir şey olmayacaktı bu durumda, hiç bir şey değişmeyecekti. Her şey önceki gibi olacaktı.

Siyasette iyi ve arzu edilebilir olanların bir listesinin yapılması ve gerçekdışı olan, şu ya da bu nedenle gerçekleşmeyecek olan şeylerin listeden derhal çıkarılması söylenir. Siyasette harika, ama ulaşılmaz olan şeyler hakkında konuşmaktan daha beyhude hiç bir şey yoktur. Şairler ve edebiyatçılar için böyle konuşmak faydalı olabilir; ama siyasete farklı koşullar hakimdir. Gerçekçi bir mutabakat yalnızca kağıtta kalacak bir avuç idealden daha iyidir.

#281-Bu açıdan, savaşa ilk gidenlerin basit askerler, sonra müfreze komutanları, daha sonra subaylar, albaylar ve generaller ve daha sonra da bakanlar ve nihayette de savaştan kâr elde edenler olduğunun anlatıldığı bir savaş romanı hatırlıyorum. Savaşta işler böyle yürür ve barış geldiğinde ve “geriye dön” denildiğinde ilk sıradakiler savaştan kazanç elde edenler, sonra amiraller, generaller, bakanlar, sonra diğer rütbeler ve en sonda da elbette, ayaklarını ve kollarını kaybetmiş olan talihsiz savaşçılardır. Savaş ve barış hakkındaki acı hakikat burada da tekrar edecek mi, etmeyecek mi?

Başka bir soru, askeri başarımızın etkisiyle, kendimizi unutup yanlış adımlar atıp atmayacağımız ve dünyanın bize sırt çevirmesine yol açıp açmayacağımızdır; ciddi ve sorumlu bir halk olmayı sürdürüp sürdürmeyeceğimizdir. Zafer bir yüktür ve size gerçeği söyleyeyim, kaybetmekten artık korkmuyorum. Kaybetmek arkamızda kalmış bir şey; ama zafer kendi problemlerini getirir. Şimdiden getirmeye başladığına dikkat edin. Şimdi, muzaffer olduğumuzda, bombalardan acı çektiğimiz zamanki gibi temiz insanlar olup olmayacağımızı merak ediyorum. Kazandık ve dünyanın sempatisini elde ettik. Dünyanın sempatisi dediğimde, hükümetlerin değil, sıradan halkın sempatisinden bahsediyorum… Bu yıllarda çok gezdim ve sıradan halkın, Cenevre’de bina girişinde bekleyen polisin; New York’taki gümrük görevlilerinin, sokaktaki insanın Bosna hakkında ne düşündüğünü, insanların bizi nasıl karşıladığını gördüm. Geçtiğimiz gün Fransa’daydım ve bunu hissettim. Dünyayı, dünyanın en iyi kısmını kastediyorum; ve dünyanın en iyi kısmı genelde şairler, sanatçılar, çılgın idealistler, hafif “çılgınlar” ya da tuhaf insanlardır; bunlar genelde iyi insanlardır ve onlar bizim tarafımızdalar. Her şeyden önce askerlerimize, kendinizi unutmayın, derim. Zaferler ciddi iğvalardır ve bazı zaferler, muzaffer insanların yenilgilerinin tohumunu taşır. Bu nedenle, eğer muzaffer olursak, işlerin bizim için kötü olduğu zaman neysek öyle olmak için gayret göstermeliyiz. Savaş kanunlarına uyalım, kurtardığımız topraklardaki sivil nüfusu koruyalım ve tutsaklara kanunlara göre davranılmasını temin edelim.

 

#282-Buradaki Müslümanların Avrupalılaştırılmasına gelince, biz bir Avrupa ülkesiyiz ve Avrupa ulusuyuz. Bunu bir tür avantaj olarak değil bir olgu olarak söylüyorum. Afrika’ya gitsem ve Afrikalıyım desem, beni gördükleri an kimse inanmaz bana. Dünyanın Avrupalılar ve diğerleri diye bölünmesi yanlış; diğerlerini incitir bu. Dünyada birçok ulusun ve halkın bu kategorileştirmeden incindiğini biliyorum. Son olarak Karadzic ve Mladic de Avrupalı, Mostar’da Eski Köprü’yü yıkan general de. O da Avrupalı; ama bunun ona hiç faydası olmadı. İnsanların medeni ve barbar diye ayrılması gerektiğini düşünüyorum; bu tek hakiki ayırım. Gerisi incitici saçmalık.

 

#304-Tudman Hırvatistan için bir şeydi, Bosna ve geri kalan dünya için başka bir şey. Hırvatistan’a faydası muazzamdı. Bir gün –ölümünden sonra- demokratik ve ilerlemeci bir devlet olacak olan Hırvatistan’ın temelini attı. Hırvatistan’a faydası daimi, hataları düzeltilebilir ve geçiciydi. Bosna’da meydana gelen şeyler konusundaki etkisine gelince, şeyler çoğunlukla başka türlü görünür.

#330-Baylar,

Bosna’da yeni yıl kutlamalarını gösterdiğini iddia ettiğiniz dün geceki haberlerinizi ve bazı sahneleri izlerken belli bir rahatsızlık hissettim. Halkımızın büyük çoğunluğunun, özellikle de savaşçıların, bu gösteriden sonra aynı can sıkıntısını hissettiklerini düşünüyorum. Gerçekten nerede yaşadıklarını düşünmüştür onlar.

Yeni yıl akşamı milli bir kutlama olarak gösterdiğiniz şey gerçekte bir azınlık tarafından yapılan bir kutlama, kesinlikle yurttaşlarımızın %1’inden fazlasını teşkil etmeyen kesimin yaptığı bir kutlama çünkü. Yurttaşlarımızın %99’u ne olacak? Eğer onlar da kutlama yapmışsa, eğer fırsat ve irade bulmuşlarsa, bunu mütevazı şekilde evlerini ve sevdiklerini inciltmeyecek bir biçimde yaptılar. Yalnızca az sayıda arsız ve kalpsiz kişi, mezarlar ve yaralar hâlâ tazeyken, sanki hiç bir şey olmamış gibi, sarhoş olmaya ve kameralar önünde yüzlerini göstermeye cesaret edebilir.

Sizler de, sayın radyo ve televizyon editörleri, bundan sorumlusunuz. Yorumda bulunmadan ve onaylar görünerek bütün bunları gösterdiniz.

Bir Avrupa ülkesiyiz biz; ancak bu, bütün Avrupalı kötülüklere kapımızı açmamız gerektiği anlamına gelmez: alkole, pornografiye, uyuşturucuya ve her türlü pervasızlığa. Avrupalı kararlılığı, gayreti ve örgütlenme duygusunu takip edeceğiz; ama ölçüsüz ve ölçütsüz olarak her türlü yolla Avrupa ve Amerika’yı taklit etmeyeceğiz.

Sizden halkımıza yabancı olan “Pamuk Dede”yi ya da diğer simgeleri empoze etmemenizi rica edeceğim. Eğer istiyorsa, herkes bunları kendi evlerinde, kendileri için yapabilir. Televizyon bir kamu kurumudur ve halkımızı aptal yerine koymya kimsenin hakkı yok.

Sansür ya da yasaklama uygulamayacağız; ama halkın, bazılarının kültür ve özgürlük adına, gerçekte yanlış bir kültür ve yanlış bir özgürlük adına empoze etmeye çalıştığı inanılması güç çeşitli değerleri reddettiğinden ve hor gördüğünden emin olacağız.

#342-Bizim propagandamız da büyük oranda yanlış. Medya, Sırpların ve Hırvatların Boşnaklara uyguladığı suçları yayınlamak için yarışıyor. Elbette suçlar hakkında sessiz kalınmamalı ve üstleri örtülmemeli; bu üç millet arasında iyi ve beşeri bir şeyler de yok mu? Ülkemizde farklı inanç ve milletten insanlar arasında bir ihtimam da olmadı mı? Olmadığına inanmıyorum; ama neden bilmem, kimse bundan bahsetmiyor. Bu gibi durumda dikkat edilmesi gereken bir şey bu. Çünkü sürekli olarak üç ulus arasında yalnızca sıkıntıları göstermek, Bosna’nın mümkün olmadığını göstermektir; sanırım Krajisnik ve Boban bu işi gayet güzel yapıyor. Bizim işimiz bunun yanlış olduğunu kanıtlamak. Olumlu örnekler bulmak ve onları göstermek bizim görevimiz. Elbette bunları uyduramayız. Dünyanın Bosna-Hersek’te ulusal devletler kavramında anlaşıp anlaşmadığını soruyorsunuz. Problem, dünyanın anlaşması değil. Problem, sanki bizim bunu kabul etmiş gibi olmamız ya da davranmamız. Örneğin basınımızdaki, hatta sizin derginizdeki bazı makalelere bakın. Onları okumak, Bosna’nın çok-uluslu bir devlet olarak birarada yaşamasının mümkün olduğu inancını kuvvetlendirir mi? Tam aksine.

#345-Örneğin partimizin bir üyesi olan bir belediye başkanı, ailesiyle birlikte evinden atılan bir askerle görüşmek için bir aydır zaman bulamıyor. Karısı ve iki çocuğuyla kendisini sokakta bulan bir askerle görüşmekten daha önemli neyi olabilir, belediye başkanının? Önemli işleri olduğundan, adamı yetkili servise gönderiyor, burası birçok kural çıkarıyor ortaya ve bu kurallar, apartmanın, savaş yıllarını Belgrad’da geçiren bir kadına ait olduğunu söylüyor vs. Bu bir halkın ve düzenlemelerin, kötü halkın ve kötü düzenlemelerin hikayesi; bundan bahsetmek bir tesadüf değil, çünkü biçimleriyle, her gün olmasa da sık sık kendisini tekrarlıyor. İktidar hakkında, bizimki de dahil her iktidar hakkında, iktidarın insanları nasıl azdırdığına ve bu iktidarın kendisine değil halka hizmet etmesi için her gün nasıl ihtimam gösterilmesi gerektiğine dair bir hikaye bu.

#346-Karşıtlarımızdan daha iyi olursak, sahip olmamız gereken askeri güçler yanında insani değerleri, tek biçimli zihinlere, barbarlığa, aşırılığa ve her türlü şiddete karşı savunursak, güçlü olacak ve kazanacağız. Ya da tersi: Mantıklı olursak, bize yaptıklarının aynısını onlara yaparsak kaybedeceğiz. Böyle yaparsak, ahlâki ve siyasal üstünlüğümüzü kaybederiz ve onların büyük maddi ve sayıca fazla güçleri hakim olur. Bu hatayı yapmamalıyız.

#372-İslam ülkelerinin bu önemli büyük toplantısında konuşma şansı bulmak benim için büyük bir imtiyaz. Bonn’daki konferanstan henüz döndüm. Ülkemdeki durumun ele alındığı ve önemli kararlara ulaşılan Bosna’ya tahsis edilmiş özel bir konferanstı bu. Ne yazık ki bu zirvenin zamanı ile Bonn Konferansı çakıştı; size şimdi konuşabiliyorum. Bu istisnai fırsat için teşekkür ederim.

Zamanınızı almamaya ve bugünkü konferans programını aksatmamaya çalışarak bu gece yalnızca bir mesele üzerinde duracağım: Doğu ile Batı ve ikisi arasındaki Bosna. Bu meseleyi ele almaya, hâlâ süren seyahatlerim esnasında karar verdim. Bosna’dan Eğitim Konferansı için Suudi Arabistan’a, oradan Bosna Konferansı için Avrupa’ya ve nihayette de İslam Konferansı için buraya, Tahran’a geldim: yani, Doğu-Batı-Doğu. Dünyanın bu iki bölümünü iyi bildiğimi düşünüyorum. Bu seyahatimde bazıları iyi, bazıları kötü yeni gözlemler edindim.

Suudi Arabistan’da 5 milyon civarında öğrenci olduğunu öğrendim; bu teşvik edici bir haber, ama kötü bir haber de edindim: başka bir İslam ülkesinde %68.5 oranında okuma yazma bilmeyen vardı. Yeni öğrendiğim ikinci iyi haber ise, İran’da 20 milyon kişinin okullara kayıtlı olması; ama kötü haber, İslam ülkelerinde kadınlar arasındaki okuma yazma bilmeyenlerin oranının hayli yüksek olması. Kadınlar insan ırkının yarısını teşkil ediyor. Eğitimsiz kadınlar, uluslarımızı 21. yüzyılda yönetecek nesli yetiştiremez.

Çok açık konuştuğum için beni bağışlayın. Güzel yalanların yardımı olmaz, ama acı gerçekler bir ilaç olabilir. Batı çöküntü içinde ya da dejenere olmuş değil. Kendi kendini kandıran komünizmin “Çürümüş Batı” propagandası, bunu acı bir şekilde ödedi. Batı çürümüş değil. Güçlü, örgütlü ve eğitimli. Okulları bizimkilerden iyi ve kentleri bizimkilerden temiz. Batı’da insan haklarının düzeyi yüksek ve fakirler ile sakatlara toplumsal yardım iyi örgütlenmiş durumda. Batılılar çoğunlukla sorumlu ve dakik kişiler. Bunlar, onlardan edindiğim tecrübelerim. Onların ilerlemelerinin karanlık yönünü de biliyorum ve bunun, gözümden kaçmasına izin vermiyorum.

İslam en iyisi –bu hakikat-, ama biz en iyisi değiliz. Bunlar iki farklı şey ve her zaman onları karıştırıyoruz. Batı’dan nefret etmek yerine, onunla rekabet etmeliyiz. Kur’an bize bunu emretmiyor mu? “Hayırlı işlerde yarışın.” Din ve bilimin yardımıyla, ihtiyaç duyduğumuz gücü yakalayabiliriz. Uzun ve zor bir yol bu, Kur’an’ın bahsettiği zirveye doğru yorucu bir tırmanma; ama başka yol da yok.

Bu nedenle her yerde eğitim için fonlar oluşturalım. Tek bir çocuğumuzun bile eğitimsiz kalmamasını sağlayalım. Zengin İslam ülkeleri fakir ülkelere bu konuda yardım etmeli. Bunu şimdi yapalım ya da bu konuda konferans düzenleyelim.

Bazı kişiler terörden bir fayda umabilirler. Bu yanılsama hızla yayılıyor. Terörizm, halihazırdaki ve gelecekteki zayıflığımızın bir sonucu. Yalnızca ahlâk dışı değil, ama aynı zamanda üretkenliği de engeller. Ahlâk dışı, çünkü masum insanlar zarar görüyor; üretkenliğe de engeldir: çünkü hiçbir zaman ve mekanda herhangi bir şeyi çözmemiş. Tarihteki her ciddi hareket terörizmi reddetmiş. Kur’an’daki bir ayetin onu yasakladığını düşünüyorum: “Bir insanı öldüren, bütün insanlığı öldürmüş gibidir…” Ne yazık ki bunu unutanlar var.

Ülkem Bosna’dan da birkaç kelimeyle bahsetmek istiyorum. Doğu’dan ve Batı’dan söz ettim. Bosna, bu ikisinin ortasında, bizim adlandırılmamızla Büyük Sınır’da. Geçen savaşta her on Bosnalıdan birisi öldü. Hayatta kalma ve özgürlük mücadelemizde büyük bir bedel ödedik. Bosna’da yeni adaletsizliklere bunun için izin vermemelisiniz. Bosna’nın sizin için kutsal bir ülke olduğunu, çünkü din kardeşiniz olan masum insanların kanıyla sulandığını herkese söylemelisiniz.

#412-Komünist dönemde ne olduğunu biliyorsunuz: Çetnik ve Ustaşa’yı tutuklarlar ve bunlara bir de Müslüman imam eklerlerdi; suçlu olduğu için değil, sadece “yurtta sulh” için. Bu nedenle herkes hem mutlu ve hem de mutsuz.

#417-1992-95 arasında Bosna-Hersek’te soykırım işlenirken ölüm kampları ortaya çıkarken, çoğu Avrupalı siyasetçi gözlerini olgulara kapadı. Güç kullanmak, hatta beyanatta bulunmak yerine utanç verici bir biçimde sessiz kaldılar. Bugün, bu rezil dönemi hatırlamaktan hoşlanmıyorlar. Ondan ve onda kimin rol aldığından bahsederken bile unutabilirler, ama biz unutmamalıyız ve unutamayız; çünkü unutulan soykırım kendisini tekrarlar.

#419-Siyasette kurt kanunu geçerliydi: Merhamet yok, gerçek yok, yalnızca amaç var.

#422-Etkili araçlarla kontrol edilmezse, hiç bir hükümet diktatörlük ayartısına direnemez.

#434-hapse düşmüş insanlar bizim sandığımız gibi kimseler değil. Aralarında çok iyi olanları da var. İkinci kez hapse girdiğim zaman 90 numaralı koğuşa düşmüştüm. Katiller koğuşuydu burası. Koğuştan çok daire sayılırdı. Bir salonu, dört yatakhanesi, bir de banyosu vardı. Altı yıllık cezamı doldururken buradaki katillerin hepsinin hikayesini öğrendim tek tek. Çoğunun durumunda ben olsam ben de aynı şeyi yapardım, diye düşünüyorum. Biz bu insanlara dışardan baktığımız zaman her şeyi siyah-beyaz görüyoruz. Bize göre onlar suçludur ve hepsi budur. Hırsızların, soyguncuların nasıl kimseler olduğunu bilmem. Ama katillere gelince, size şunu söyleyebilirim ki, bunlar özel bir insan türüdür. Tamam, bir bakımdan suçludurlar ama bir bakımdan da hakarete, haksızlığa, zorbalığa tahammül edememiş onurlu, karakter sahibi insanlardır.

#440-Şantiye şefliği yaptım orada. Bu da o zamanın tuhaflıklarından birisiydi. Mareşalden çilingir, avukattan şantiye şefi filan. Çok büyük bir şantiyede çalışıyorduk, bin kadar işçi, yüzlerce makine, araç-gereç, kamyon vesaire. Ama o işte bugün hâlâ bana çok faydası olan şeyler öğrendim. Bir şantiye küçük bir devlete benzer, sizin de oradaki insanları, işleyişi yönetmeniz gerekir.

#456-zayıf taraf sizseniz, hata yapmaya hakkınız yoktur. Sizin mükemmel olmanız gerekir, ama güçlüler hata yapsa da olur. Güçlülerin icat ettiği bu kuralı kabul etmiyoruz, hukukun ve insanlığın zorbalığa üstün geleceğine inanmaya da devam ediyoruz.

#462-Daha ben onunla konuşmadan o böyle bir şey olduğunu yalanladı. Şeytanı dürtmemek lazım geldiği için de biz bu meselenin peşinden gitmemeye karar verdik. Tudman durumu yalanladı, biz de kabul ettik. Sizin de bildiğiniz gibi, siyasette kimseye sonuna kadar güvenemezsiniz. Ama hiç kimseye güvenmezseniz de iş yapamazsınız.

#466-Ben nefretle büyütülmedim. Eğer bahsettiğimiz şey belli bir zihin yapısıysa, Bosnalıların zihin yapısı Hırvatlarınkinden çok Sırplarınkine benzer. Çünkü biz Türk hakimiyeti altında uzun yıllar birlikte yaşadık. Hatta Bosnalılarla Sırpların şöyle bir benzerliği olduğu söylenir; her iki millet de güzel kadınları ve iyi atları sever. Ben insanların milletçe kötü olabileceğine inanmıyorum. Kötü liderleri olan milletler vardır o kadar. Almanlar buna iyi bir örnektir. Ben her zaman için Almanların iyi bir halk olduğuna inanmışımdır. Goethe, Beethoven, Einstein Almandır. Ama tarihin bir noktasında başlarına geçen kötü liderler Alman halkının dehşet verecek suçlar işlemesine sebep olmuştur.

#473-İki dünyayı birbirinden ayıran Büyük Sınır üstünde yer alan tipik bir ülkeyiz biz. İnancımız Doğu’dan, eğitimimiz Avrupa’dandır. Kalbimiz bir dünyaya, aklımız bir başka dünyaya aittir. Bunun içinde bir affedicilik ve iyilik mevcuttur. Eğer dürüst kimseler isek, kabul etmeliyiz ki, Bosnalı insanlar sürekli kendilerine kim olduklarını, hangi dünyaya ait olduklarını sormaktadır. Benim bu soruya cevabım şudur: Ben Avrupalı bir Müslümanım. Bu tanımdan da gayet memnunum.

#475-Neden olduğunu bilmiyorum ama ne zaman bir şey olsa yabancıların Bosna halkına benden daha fazla dost olduğuna inanıyorsunuz. Ama sonuçta bu sizin seçiminiz. Bana gelince, ben her zaman kötü de olsa mahallenin takımını tutmuşumdur, ki bu insanlar kötü değil, tersine iyi. Neyse, zaten sizin sorunuzda bu insanlar yer almıyor. Sizin Amerika’nız var, Batı siyasetiniz var, Westendorp’unuz var, ama hayatı Bosna’nınkine bağlı insanlara gelince, onlara yer yok öngörülerinizde. Onları tamamen unutmuşsunuz. Bence onların da söyleyecek bir sözü vardır, zaten olmalıdır da. Peki bütün bunların içinde ben olacak mıyım, ona ben karar veririm. Beni rahatlatan şey, ki rahatlamaya ihtiyacım olduğu da tartışılır, sizin tahminlerinizin genellikle yanlış çıkması. Derginizi düzenli olarak okumuyorum ama size gerçeği tamamıyla ıskaladığınız tahminlerinizden ve teşhislerinizden bir sürü örnek verebilirim. En sonuncusunu söyleyeyim mesela, sizin imzanızı taşıyan bir yazıya göre arabulucu Brçko’yu Republika Srpska’ya verecekti, çoktan anlaşmaya varılmıştı. Ama olmadı böyle bir şey, olmayacak da. Beni Hırvat liderler dediğiniz kimselerle aynı kefeye koymanıza, Bosna’ya saldıranlarla Bosna’yı savunanları inatla bir tutmanıza gelince, bunları okuyucunun takdirine bırakıyorum. Ama kesin olan bir şey var, ki o da şudur: Böyle yaklaşımların, kimden gelirse gelsin, Bosna’ya yararı olmaz, tam tersine, zararı olur.

#477-“Halkın büyük çoğunluğu”nun ne düşündüğünü nereden biliyorsunuz? Benim Mikulic ve Pozderac’la ilgili düşüncelerimin duygularımla bir ilgisi yoktur, onların içinde olduğu Merkez Komitesi, zamanında beni sadece yazdığım bir yazıdan dolayı 14 yıl, evet tam 14 yıl hapse mahkum etmiş olsa da bu böyledir. Eğer meşhur kanun, o çok nefret ettiğiniz SDA’nın çabasıyla değiştirilmeseydi, yazdığınız bir yazıdan dolayı kaç yıl yerdiniz, biliyor musunuz?

#478-Ben de sizin yazılarınızı okudukça şok oluyorum, hele de Boşnak olan her şeyin size tuhaf ve çirkin gelmesine, Boşnak olmayan her şeyiyse güzel ve kendinize yakın bulmanıza şaşıyorum. Hiçbir gerekçesi olmayan bir kompleks içindesiniz. Sizi temin ederim ki, kendi halkınıza layık olduğu sevgiyi ve saygıyı duymanız, ki Boşnak halkı buna layıktır, hiçbir şekilde milliyetçilik değildir. Gayet doğal, insani bir duygudur bu.

#479-ben yalan söylenmesini kınıyorum. Bu sebepten dolayı da, medyanın kendisini değil ama medyadaki yalanları kınadım. Yalan söylenmesiyle ilgili fikrimi neden değiştireyim, yalana neden yalan demeyeyim, anlamıyorum. Hem sonra niye size sert bir cevap vermeyeyim, onu da anlamıyorum. Gazetecilerin neden dokunulmaz olduğunu düşünüyorsunuz? Siz istediğiniz gibi yalan söyleyebilirsiniz ama insanların buna ses çıkarmaması gerekir, yoksa “Tehdit altındayız” diye hemen çığlığı basarsınız. Tehdit altında filan değilsiniz. Asıl tehdit altında olanlar sizin laflarınızla karaladığınız, bu durumdan hiç memnun olmayan kimselerdir. Bu ülkeyi savunmuş binlerce cesur insan aleyhinde konuştunuz, şimdi de halkın size olan haklı kızgınlığını “infaz”, (sözde) “özgür medyaya baskı” şeklinde adlandırıyorsunuz. Medyanın hiç de masum olmadığı, nefreti körüklediği, savaşın çıkmasında payı olduğu gayet iyi biliniyor. Bazı aklı başında kişiler buna dikkati çektiği zaman da basın özgürlüğünün tehlike altında olduğu söyleniyor. Siz mahkemelik oldunuz çünkü gazeteci bir meslektaşınızı rahatsız ettiniz, o da sizi dava etti. Neden başka insanları da çekiyorsunuz bu işin içine? Şimdi de davanız sırasında size, benim davamda bana davrandıklarından daha acımasızca muamele edildiğini söylüyorsunuz. İşte sizin nesnelliğiniz bu kadardır. Siz öyle birisiniz ki belki izi kalır diye durmadan çamur atıyorsunuz insanlara. Sırf gazetecisiniz diye yalan söyleme hakkını kendinizde nereden buluyorsunuz, anlamıyorum. O zaman söylediklerimi şimdi de tekrarlarım ama Bosna ve ordumuz hakkında yine rezilce şeyler yazabileceğinizden şüpheleniyorum. Böyle bir şey yaparsanız, yönetimle değil, okuyucularınızla başınız belaya gireceğinden dolayıdır bu şüphem. Sayın Pecanin, siz bu insanları fazla küçümsüyorsunuz. Onların aptal, bilgisiz olduğunu sanıyorsunuz, ama değiller. Sadece sansasyon yaratarak yayıncılığı götürebileceğinizi sanmayın.

#490-Bu oyuna girmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kur’an bize “Hayırlı işlerde yarışın” (Kur’an 5:48) diye buyurmamış mıdır? Ama yarışmak için önce kendi kimlik bilincimizi güçlendirmemiz gerekir. Bilinçli Müslümanlar kendilerine ait değerleri unutmadan, vermeye de almaya da hazırdırlar.

#497-Milliyetçilik Üzerine

Bilgisiz kimselerin zihinlerinde kargaşa yaratmak için başvurulacak ilk ve en etkili yol milli olanla milliyetçi olan arasındaki farkı gözden kaçırmaktır. Aslında bu fark bazen sevgi ve nefret arasındaki fark kadar büyük olabilir.

Milli duyguları olan bir insan kendi halkını sever, onların kusurlarını da erdemlerini de kendi üstünde taşır, o halka aittir. Bir milliyetçi ise kendi halkını sevmekten çok başkalarından nefret eder, daha da önemlisi, uygulamada, başkalarının mülkü olan şeyi ister. Başkalarına ait farklılıkları boğar, hoşgörüsüzdür, fiziksel baskı uygular. Kendisine ait olanı savunmaz, kendisine ait olmayanı ister. Aşırı milliyetçiliğin özünde Tanrı’ya inanç yoktur. Dünyanın bütün büyük dinleri şu basit hakikati öğretmeye çalışır (ve bütün büyük hakikatler basittir): Sana yapılmasını istemediğin şeyi sen de başkasına yapma. Ya da öyle hareket et ki, davranışların herkes için geçerli olsun; ne sana göre değişsin ne de başkalarına göre.

(Dnevni Avaz, 8 Nisan 1999)

#505-bir asker öne doğru çıkıp bana şöyle bir soru sordu: “Başkanım, barış gelince hiç adaletsizlik olacak mı?” Soruya şaşırmıştım, ama yine de şöyle cevap verdim: “Evet, maalesef adaletsizlik olacak, sizin de ona karşı tıpkı şimdi düşmana karşı savaştığınız gibi savaşmanız gerecek.”

#510-Bosna-Hersek’te Basın Özgürlüğü Üzerine

Savaş sırasında bile kimseye sansür uygulanmadı. 1997 Kasımında Bosna Entelektüeller Kongresi Konseyi’nde yaptığım bir konuşmada bazı dergileri eleştirmiş, bunların ne bağımsız ne de profesyonel olduğunu söylemiştim. Bu dergiler bağımsız değildi, çünkü yabancılar tarafından finanse ediliyorlardı; profesyonel değillerdi, çünkü mesleklerinin şu iki temel kuralına riayet etmiyorlardı: Haberlerin doğruluğunu kontrol etmek ve her iki tarafı da dinlemek. İşte benim “tehlikeli” açıklamalarım bundan ibarettir. Hiç bir gazeteci yazdıkları dolayısıyla devlet tarafından dava edilmemiştir, edilmeyecektir de. Bırakalım, işlerini yapsınlar. Demokratik bir devlet içinde yalan söylemeye azmetmiş gazetecileri iyileştirmek için yapılabilecek bir şey yoktur, siz ancak insanları bilinçlendirip eğitim seviyesini yükseltebilirsiniz, böylelikle insanlar da doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden kendileri ayırabilir. Bunu da siyaset yoluyla değil, kültür yoluyla yapabilirsiniz. Zor iştir bu, zaman ister, ama tek yol da budur. Şimdiye kadar kimse bundan daha iyi bir fikir ortaya atamamıştır. Gazetecilerin yalanları, abartıları basın özgürlüğünün kaçınılmaz bir sonucudur. Yani biri olmadan öbürü olmaz gibi görünüyor. Ateşle duman gibi birbirlerine bağlılar bunlar. Siz de gazetecisiniz, benden daha iyi bilirsiniz.

(Novi List’le röportaj, Rijeka, 7 Şubat 1998)

Yorum bırakın